Gelibolu'yu Adımlamak
Gelibolu Yarımadasını bilerek adımlamak aslında tarihi adımlamaktır. Bir büyük devletin varlık ve yokluk savaşını tüm detayları ile görebilmektir. Düşmanın başkent İstanbul’a en çok yaklaştığı bu zor zamanda, her şeyi ile kendisini ortaya koyabilen ecdadımızı ve onların vatan sevgilerini hissedebilmektir. İşte
böyle ulvi arzularla yola çıkan nice insanımız soluğu öncelikle Eceabat’ta alırlar.
Burada fazla eğlenilmez. Birkaç km. ileride bizi tarihi bir kale karşılar. Fatih
Sultan Mehmet Han’ın yadigarı Kilitbahir Kalesi. Boğazı kitlesin diye İstanbul
kuşatmasından hemen sonra yaptırmıştır. Gerçekten de boğazı yüzyıllardır düşmana
karşı kitlemektedir bu vefakar kale.
Kalenin devamında Namazgah tabyalarını görürüz. Denizden bakıldığında normal gibi görülen tepeler, karadan bakıldığında muhteşem bir kamuflaj ile gizlenmiş barınak ve cephanelikler haline geliverir. Artık savaş alanlarına çok az kalmıştır. Birkaç km. sonra Mecidiye Tabyasına geliriz. Yani 18 Mart deniz harekatında Seyit Onbaşı’nın vazife yaptığı yer. Ocean zırlısını batıran mermiyi gönderdiği yer. Seyit Onbaşı hala oralarda kucağında bir mermi o günleri hatırlatırcasına orada durmaya devam etmektedir. Bizlerde onun durduğu yerdedurur ve oradan boğaza bakarız. Düşmanın yenilmez armada dedikleri dev donanmanın uğradığı hezimeti o gün gibi görmeye çalışırız. Cideli Mahmud’da orada öyle yapmıştı. İki bacağı düşman saldırısında kopmuş ve kan kaybından iyice halsizleşmişti. Ama fırlattığı top mermisi de Bouve’yi batırıyordu. Kendisini sargı yerine götürmek isteyenlere engel olarak – “Beni burada bırakın ben Bouve’nin batışını seyretmek istiyorum” demiş ve bu seyir esnasında ruhunu Rahman’a teslim etmişti.
Rumeli Mecidiyesinden az ötede bizi yine deniz kıyısındaki bir başka şehitlik, Havuzlar karşılar. Burada Yüzbaşı Kemal Bey ve şehit arkadaşlarının ruhaniyetlerinişad eder ve bu kez deniz kıyısından ayrılarak içerilere, Gelibolu Yarımadası’nın uçlarına doğru ilerleriz. Hemen sağımızda Soğanlıdere Şehitliği’ni görürüz. Kerevizdere çarpışmalarının yüce kahramanları.
Artık Gelibolu’nun uçlarında yüksek bir tepenin yanındayız. Burası Alçıtepe. Eski adı ile Kirte bölgesi. Düşman bu muhkem tepeyi alabilmek için çok uğraşmıştı. Üç büyük Kirte savaşı yapmıştık Onlarla. 1.Kirte’de 8 bin, 2.Kirte’de 10 bin, 3.Kirte’de 15 bin şehit vermiştik ama bu tepeyi vermemiştik düşmana. Çanakkale ziyaretlerimizde devamlı ziyaret ettiğimiz bir yerde bu şirin köy içerisindeki bir bakkal dükkanı. Salim Amca’nın bu ilginç bakkal dükkanında bildiğimiz şeyler bulunmuyor. Aksine burada yığın yığın kurşun ve şarapnel parçası görüyoruz. Bu köye 1936 da yerleşenler 70’lere kadar hurdacılıkla geçinmiş tarlalarındaki savaş artıklarını toplayıp satmışlar. Salim Amca biriktirmiş ve bu müzeyi kurmuş.
Köyün orta yerinden sağa doğru sapıyor ve bu kez Sargı Yeri’ne doğru ilerliyoruz. Burası Çanakkale’nin en büyük ve kuytu hastanesi. O kadar büyükmüş ki, burada 30-40 hatta 50 bin yaralı birikirmiş. Buranın en büyük zaafı ise Ege Denizi’ne birkaç km. uzaklıkta olması. Ama düşman acımasızdır. Buranın hastane olduğunu bile bile 28 Haziran gecesi uzun menzilli topları ile burayı sabaha kadar döverler ve bir gecede tam 18 bin yaralımız kaçamadan saklanamadan şehit düşer. Onların ruhlarını şad ediyor ve yolumuza devam ediyoruz. Sargı Yerinden bir km. kadar ileride tam Ege Denizi kıyılarında Nuri Yamut Anıtı ile karşılaşıyoruz. 1940 lı yıllarda şehitlerimizin mübarek kemikleri hala tepelerde yığın yığın durmaktadır. Nuri Paşa bu manzaraya dayanamaz ve Çanakkale’de kendi imkanları ile yaptırdığı bu anıtın içine Onları toplattırarak defnettirir. Bu anıtın altındaki mermer kapağın altında bugün 10 bin parça şehid kemiği bulunmaktadır.
Şimdi yeniden geriye dönme zamanı. Alçı Tepe köyüne kadar geriye gidiyoruz.Oradan geldiğimiz yöne değil, doğru karşıya geçiyor ve bu kez Gelibolu Yarımadası’nın en uç noktasına, Seddülbahir’e geçiyoruz.
Seddülbahir, 67 Mehmetçiğimizin, 3 bin düşman askerine tam bir buçuk gün dur
dediği yer. Düşmanın River Clayt ve Albiom gemileri ile yaptıkları saldırıda, bir adım bile gerilemeden öyle bir durmuşlardı ki düşman ancak tamamını şehit ederek burayı elegeçirebilmişti. 25 Nisan akşamı İngiliz tayyareleri Seddülbahir üzerinden geçerken bu koy için şu raporu yazıyorlardı. “Çıkarma koyu kıyıdan 50 m. içeriye kadar kıpkırmızı bir kan gölü görünümündedir.”
Seddülbahir kıyılarındaki, ecdat yadigarı Seddülbahir Kalesi’nin şahsında tarihteki
annemiz 1.İbrahim’in hanımı, 4.Mehmet’in annesi Hatice Turhan Sultan’ı yad ediyor
ve geriye dönüyoruz. Seddülbahir sırtlarında İngilizlerin bu coğrafyadaki en büyük anıtları Helles ile karşılaşıyoruz. Aklımıza, bir ingiliz’în bu topraklarla ilgili hatıaraları geliyor. –“Seddülbahir’de 20 esir almıştık diyor. 18 i Türk
askeri, 2 si Almandı. Bir barakaya kapattık ve yaktık. Bir hafta sonra ben Türklere esir düştüm. Onlarda bizi yakarlar diyorduk. Bizi Kilitbahir kalesinin arkasına götürdüler ve savaş bitene kadar biz futbol oynadık.” Diyor.
Şimdiki durağımız Morto koyu. Fransızların çıkarma yaptıkları yer. Buradan çıkarken o kadar çok ölü bırakmışlar ki buraya Morto, ölü koyu adını vermişler. Bugün hala Morto koyunda azıcık ayaklarınızı suya soksanız suyun içinde yığın yığın suda taşlaşmış şarapnel parçaları görürsünüz.
Artık Abideye çıkma zamanı. Morto sırtlarında, Eski Hisar Tepesi’nde Abide Şehitliğimize uğruyor ve en gür sesimizle İstiklal Marşımızı seslendiriyoruz. Abidenin altındaki müzeyi gezerken bir mülazımımızın hatıralarını okuyor ve ağlamaklı oluyoruz.
Vurduğu bir siyah askerin üzerinden çıkan Kuran’ı Kerim’i görüyor ve kendimizden
geçiyoruz. Düşmanın kandırdığı Müslüman askerlerin nasıl bize kırdırıldığını görmek içimizi yakıyor.
Gelibolu uçlarındaki bu seyahat sonrasında artık yukarılara tırmanabiliriz. Alçıtepe Köyü’ne kadar geriye dönüyor fakat buradan Eceabat’a değil, Ege Denizi istikametinde kuzeye çıkıyoruz. Hedefimiz Anzak Koyu. 25 Nisan sabahı düşmanın onbinlerce askeri ile çıkartma yaptıkları yer. Tabi yanlış yere çıkartma yapmışlardı. Aslında Kabatepe’ye çıkacaklardı. Ve önce dağlar onlara dur der, sonrasında
Mehmetciklerimiz. Anzak Koyunda yüzlerce mezar arasında kıbleyen bakan üç mezar dikkatimizi çekiyor. Üzerlerinde Hüseyin, Hasan isimlerini okumak bizi daha bir üzüyor.
Karşımızdaki devasa dağ sıralarına bakıyoruz. Düşmanın çakılıp kaldığı yerler işte buralar. Hatta burayı aşabilmekiçin İngiliz deniz bakanı Çörçil’in zehirli gaz kullanma planlarını hatırlıyoruz. Temmuz ayları rüzgar alabildiğine denizden karaya doğru esiyor. Tam sırası demişlerdi. Ama zehirli gazlar Gelibolu önlerine getirildiğinde bu kez rüzgar yön değiştirmiş aradan denize doğru esmeye başlamıştı. Kullanamıyorlar. Bu ve bunun gibi daha nice akıl almaz olay sonrasında Çörçil,
hatıralarına şu cümleleri yazacaktır: -“Biz Çanakkale’de Osmanlılar ile değil, Tanrı ile savaştık ve haliyle de yenildik.”
Düşmanın defalarca saldırdığı Kanlı sırta tırmanıyoruz. Bir gecede kıpkızıl
kan olan tepeler. Tam önümüzde 57. Alay Şehitliği var. ******’ün Miralay rütbesi
ile onları düşmana sevkettiği yer. Ve düşmanı durdurma adına bütün bir alayın şehadeti. Az yukarıda bir uçurumun başında 57.Alay komutanı Hüseyin Avni Paşa’nın kabriyle karşılaşıyoruz. Dualarımız ruhlarına.
Tam Conkbayırı sırtlarında ******’ün anıtı ile karşılaşıyoruz. Göğsüne şarapnel parçasının çarptığı yer. Bu savaş hem Mustafa Kemal, hemde Kurtuluş Savaşı’mız
için büyük önem taşıyordu. Trablusgarp’ta ön plana çıkan Mustafa Kemal, bu savaş ile daha bir göz dolduracak ve Kurtuluş Harekatı’nı örgütlemek için bizzat vazifelendirilecekti.
Karşımızda Anafartalar Ovası duruyor. Yani Ağustos Ayı savaşları. Düşmanın var
gücü ile hem Anzak Koyundan hemde Suğla’dan saldırdığı günler. Savaşta asker
yaşımızın 14 lere düştüğü zamanlar. Hamilton’un İngiltere’ye yalvardığı ve bana
son bir birlik gönderin dediği demler. Evet İngiltere İstanbul’u almayı o kadar önemsiyordu ki bu isteğe cevap verecektir ve bizzat İngiliz Kraliyet Ailesini koruyan Norforlk Kraliyet Alayını göndereceklerdir. Bu birlikten bir daha haber alamazlar. Ve yine asılsız soykırım hikayeleri uydurarak bunun filmlerini yaparlar.
Conkbayırı düşmanın bir türlü alamadığı ve İstanbul önünde bir sed gibi duran bir gazi tepemizdir. Bizler aradan geçen bu kadar yıl sonrasında işte şimdi tam bu tepedeyiz. Bir yıl süren Çanakkale savaşı’nda aylarca siperlerde yatan, en kıymetli şeyini canını hiç düşünmeden veren nice şehidimizi saygı ile anıyor ve ruhlarına Fatihalarımızı gönderiyoruz.